Yaratıcı Düşünmenin 27.5 Yöntemi

yaratici-dusunmenin-27-5-yontemi

Yaratma kavramı semantik açıdan teolojinin alanında olmasına karşın külli sıfatlardan insana verilen cüzi yetenekler nedeniyle, insanın ilgili olduğu her alanda da etkisini göstermektedir. Bu cüzi yeteneği (Yaratıcılık) tanımlamak istersek; daha önce yapılmamış bir şeyi yapmak için bir yöntem icat etmek veya yapılmış bir şeyi daha da zenginleştirerek yeni faydalar yaratarak yeni yöntemlerle yapmak diyebiliriz.

Yaratıcı düşünce şüphesiz beynin üzerine kafa yorulması gereken en önemli fonksiyonlarından biri. Zira kendi kendini değiştirme ve mütemadiyen kendi kendini yeniden inşa etme yeteneğinin temelinde de beynimizin yaratıcılık fonksiyonu yatmaktadır.

Peki bu yetenek her insanda var mıdır? Okuduğum kitaplar, izlediğim belgeseller ve televizyon programlarındaki konunun ehillerinin söylediklerine göre yaratıcılık denen yetenek her insanda var, fakat harekete geçirmek için bizim harekete geçmemiz gerekiyor.

Sanırım bu kavramı en iyi anlatan örnek helva örneği; masanın üstünde şeker, irmik, fındık, süt ve tencere duruyor olabilir. Hareket yetenekleri olmadığı için çürüyene kadar da masanın üstünü mesken tutabilirler, eğer biz helva yapmak istiyorsak bu malzemeleri tencerenin içine atarak belirli bir ısıda belirli bir süre karıştırmamız, her bir malzemenin kendi mahiyetinden çıkarak helvayı oluşturacak yeni bir mahiyete geçmesini beklememiz gerekir. Yani pişme sürecinde bir belirme beklenir.

Yaratıcılığın, gerçek bir fikre dönüştüğü an da işte bu belirme anıdır. Belirme kavramını en iyi açıklayan örnek David Eagleman’ın Beyin, Senin Hikayen kitabında bulunuyor.

Bir uçaktaki hiçbir metal parçası, tek başına uçma özelliğine sahip değildir; ama parçaları doğru biçimde bir araya getirdiğinizde uçma olgusu belirir. Bir sistemin parça ve bileşenleri tek tek çok basit özellikler taşıyabilir; önemli olan etkileşimdir.

Aynı şekilde zihnimizde yer eden kitaplar, filmler, ilişkiler, deneyimler ve hayaller beynimizde kendi içerdikleri bilgilerden bağımsız olarak yepyeni fikirlerin zihnimizde belirmesini sağlar. Kitap tam olarak bu süreci oldukça anlaşılır bir şekilde örneklerle açıklamış.

İçerik anlamında gerçekten okuduktan sonra hayatınıza önemli artılar katacak bir kitap diyebilirim. Fakat iki de eleştirim olacak. İlk eleştirim kitabın ismine, muhtemelen içeriği nedeniyle kitabı bana tavsiye etmemiş olsalar harcı alem bir kitap olarak bakıp satın almaz, okumazdım. Nitelikli bir içeriğe sahip olmasına rağmen diğer “yazmış olmuş olmak için yazılan” pazarlama kitaplarıyla aşağı yukarı aynı isme sahip olduğundan algıya yenik düşüyor.

İkinci eleştirim ise kitabın içerisinde yer alan siyasi göndermeler ve ideolojik kaçan sataşmalara olacak. Keyifle yediğiniz bir pilavdan çıkan taşlar gibi rahatsızlık veren bu içerikler kitabın tadını çıkarmanıza engel oluyor. Zaten gündelik hayatımızda yeterince kabak tadı veren siyaset gündemini, huzur bulmak, gündemden uzaklaşmak ve nitelikli bilgi ile buluşmak ile için okuduğumuz kitaplarda da kinayeler yüklenmiş şekilde bulunca okuyucunun midesi bulanıyor.


Nobel Ödüllü Daniel Kahneman ve deneysel psikolog Amos Tversky yaptıkları çalışmalara beynimizde iki farklı sitemin iç içe çalıştığını ortaya koydular. Sistem bir, mevcut kalıplarımızdan yararlanarak çok hızlı kararlar veren bir sistem. İki ise verileri dikkatlice inceleyen, hesap kitap yapan ve çok daha yavaş çalışan ama gerekirse mevcut kalıpların dışına çıkabilmemizi sağlayan daha akıcı bir sitem. Bu iki sistemin becerileri çok farklı ve düşünme, karar verme sürecimizde bizler farkına varmadan bu iki sistem birbirleriyle etkileşimli olarak devreye giriyor.


Psikolog Solomon Asch deneklerine iki ayrı karakter olan A ve B nin onlara ne düşündürdüğünü sormuştur.

Deneydeki bu iki karakter şu şekilde tanımlanmıştır:

A: Zeki, gayretli, dürtüleriyle hareket eden, eleştirel, inatçı, kıskanç.

B: Kıskanç, inatçı, eleştirel, dürtüleriyle hareket eden, gayretli, zeki.

İki karakter için verilen tanımlama sözcüklerinin tümü aynı olmasına rağmen sözcükler farklı sıralandığından ve ilk sözcükler algıyı etkilediğinden her zaman denekler A’yı B’den daha iyi bir insan olarak nitelenmiştir. Bu olgudan projelerde, eğitimlerde ve sunumlarda çokça yararlandırtıyoruz. Sunuma, mülakata, müzakereye, toplantıya olumlu veri ile, hatta mümkünse olumlu bir duygusal bağ yaratacak veri ile girmenin süreci olumlu yönde etkiliyor. (bkz. Asch Çizgi Deneyleri)


Kahneman çerçevenin, bir problem veya sorun karşısında bizi belirli bir unsura doğru odakladığını vereceğimiz tepkiye etki yaptığını belirtmiştir. Örnek olarak da Harvard Tıp Fakültesinde görevli doktorların katılımıyla gerçekleştirilen bir araştırmayı vermiştir. İlk aşamada doktorlara kanser hastalarında cerrahi girişim ve radyasyon tedavisini karşılaştıran bir çalışmaya dayanan istatistiksel veriler sunulmuştur. Beş yıllık hayatta kalma verilerine bakacak olursak cerrahi girişim açık ara önde olsa da kısa vadede radyasyondan daha risklidir. Cerrahi girişimin kısa vadeli risklerine gelindiğinde doktorların yarısına hayatta kalma oranları gösterilmiş (1 ay sonra % 90 ); doktorların diğer yarısına ise ölüm oranları hakkında veriler gösterilmiştir. ( 1 ay sonra %10). Aslında veriler aynı olsa da, cerrahi girişimi tercih eden doktor sayısı ilk çerçevede çok daha fazla ( doktorların %84 ‘ü), ikinci çerçevede daha az (doktorların % 50 si) oluşmuştur.


Bilinçdışı beyin fonksiyonlarımız yaratıcı süreç için son derece önemlidir. Çünkü bilinç dışımız düşünceler ve kavramların serbestçe süzülerek birbiriyle eşleştiği, yarım ve işlenmemiş bilgilerin bir araya gelerek karıştığı bir ortam yaratır. Kalıplar üzerinde ilerleyen düşünceler birbirleriyle eşleşerek birleşir ya da başka bir kalıp üzerinden, ilerlemeye devam edebilir. Böylece yeni ve yaratıcı fikirlerin ortayı çıkması, daha önce fark edilememiş ayrıntıların keşfedilmesi olasıdır. Diğer yönden, bilinç dışı kendiliğinden oluşan beyin aktivitelerini de kapsar. Bilinçli olarak yaptığımız lineer ve analitik düşünme işlevlerinin aksine, bilinç dışını yeni bir fikir yaratmaya zorlayamazsınız. Yani bu sürecin iyi çalışması, daha olumlu sonuçlar elde edilmesi ancak ve ancak üzerinde fazla yoğunlaşmayarak, kendi haline bırakılarak mümkün olur.


Yaratıcı sürecin evreleri : dört aşamalı yaratıcılık modeli

-Hazırlık

-Kuluçka

-Fikrin Doğuşu

-Geliştirme


The Hidden Messages in Water adlı kitabında Japon uzman Masaru Emoto suyun ortam da ki olumsuz duygular, öfke ile, olumlu duygular, suyun kutsanması veya dingin müzik ile aldığı yapılar arasında fark olduğunu kristalleştirdiği su moleküllerini fotoğraflayarak ispatlamıştır. Diğer yandan, dalga etkileşimi ile ilgili, suya veya kişiye doğru dua okumanın, nazarın etki yarattığına dair halk arasında yaygın bir inanç olmasına rağmen ülkemizde bu konularda doğru dürüst bir bilimsel araştırma yapılmıştır.


Periyodik Cetvelin Keşfi

Elementlerin özelliklerini araştıran Mendeleyev, devrinin bir çok bilim insanı gibi uzun süre onları sınıflandıracak bir sistem kurmaya çalışmıştır (hazırlık). Ancak o zamanlarda Mendeleyev’in sonradan tahmin ettiği 93 elementten sadece 60 ı bulunmuştu. Dolayısıyla özellikleri ve sayıları bilinmeyen elementleri sınıflandırmak son derece zor bir süreçti ve geliştirilen bir çok hipotez bilgi nedeniyle başarılı olmamıştı.

Mendeleyev 1869 yılında üzerinde çalıştığı sınıflandırma işleminden bitkin ve umutsuz bir halde yatmaya gider. Rüyasında her elementin doğru yerde olduğu Periyodik Tabloyu görür (kuluçka sonucunda oluşan fikrin doğrusu) . Uyanır uyanmaz rüyasında gördüğü bu tabloyu kâğıda kaydeder. Yaptığı çalışmalarda topladığı bilgilerin tabloyu teyit ettiğini görür. Sadece bir elementin yerini değiştirmesi gerekmiştir. (Geliştirme) O zamanlar henüz bilinmeyen elementler için boşluklar bırakır ve bu elementlerin ileride bulunabileceğini iddia eder. Mendeleyev’in tablosu bilim dünyası tarafından (kalıbın) dışındaki her yeni öneriye karşı olduğu gibi önce şüpheyle karşılanmıştır. Ancak, takip eden 20 yıl içerisinde Mendeleyev’in varlığını öngördüğü elementlerden üçü bulunup bunların önceden tanımlanan özellikleri taşıdıkları görülünce, Periyodik Tablo kimya kurumunun temeli haline gelmiştir.


Matbaanın İcadı

Johann Gutenberg, matbaa makinesini icat ederken aslında iki farklı kavramı birleştirmiştir. Gutenberg’in doğup büyüdüğü ve Strazburg’a göçünceye kadar yaşadığı Almanya’nın Mainz şehrinde şarap üretimi yapılırdı. Kuyumculukla uğraşan Gutenberg, zaten çok iyi bildiği para basım kalıbıyla üzüm sıkma presini birleştirerek 1440larda ilk matbaa makinesini geliştirdi. Tipografi olarak anılan bu teknikte altın para basmakta kullanılan basım kalıbı baskı yapılan yerde basılması istenilen figürün izinin çıkmasına, üzüm presi de bu izin çıkması için gerekli kuvvetin uygulanmasına yarıyordu. Leonardo Da Vinci, çan sesinin tınlaması ile suya düşen taşın oluşturduğu dalga kavramlarını birleştirerek sesin havada dalga şeklinde yayıldığını tahmin etmiştir. Avusturalyalı Gregor Mendel, 1865’te matematik ve biyolojıyı birleştirerek tamamen farklı bir bilim olan genetik biliminin temellerini attı.


Mikrodalga Fırınların İcadı

Mikrodalga fırınlarda benzeri bir soru sorma süreci sayesinde oluşturulmuşlardır. Radar ve elektronik sistemleri üreticisi Raytheon firmasının alaylı mühendislerinden Percy Spencer, 1946 yılında radar sisteminin geliştirilmesi için Magnetron adlı yeni bir adla vakumlu mikradalga tüpünü test derken cebindeki çikolatanın erdiğini fark eder.


Sonar ve Helikopterin İcadı

Yarasaların gönderdikleri ses dalgalarının yansımasıyla yönelme özellikleri sonar sistemlerinin doğmasına neden olmuştur. Igor Skorsky, helikopteri geliştiren sinek kuşunun yukarı doğru havalanabilmesi ve geriye yönelebilmesi hareketlerinden esinlenmiştir.


Cırcırt Bantlarının İcadı

Dağlarda ve kırlarda yürümeyi çok seven, aynı zamanda kendini icat yapmaya adamış İsviçreli Mühendis George de Mestral’ın 1948 yılında bir açık hava gezisi dönüşü köpeğinin tüylerine yapışmış dulavrototu kozalaklarının niçin tüylerden bir türlü çıkartılamadığını merak eder. Kozalakları tüylere neyin yapıştırabildiğini öğrenmek ister ve kozalakların yapısını hemen mikroskop altında inceler. Kozalakların kanca şeklinde lifleri ilgisini çeker ve aynı dokuya sahip benzer bir ürün geliştirmeye karar verir. Sonunda Lyonlu tekstilciyi böyle bir bant üretmeye ikna eden de Mestral ürünün patentini 1955’te alır. Fransızca kadife (Velour) ve kanca (Crochet) kelimelerin ilk hecelerinden oluşturulan Velcro adı ürüne ve kurulan firmaya verilir. Velcro bantları bugün günlük hayatımıza giren yukarıda bahsettiğimiz birçok üründe kullanılmaktadır.


Problemler onları yaratan bilinç düzeyinde çözümlenemezler. | Albert Einstein


Doğum kontrol haplarının varlığını sinek ve böceklere borçlu olduğunu bilseydiniz sanırım onlara bu kadar kötü davranmazdınız! 1923 yılında Avusturya da doğan ve Nazi rejiminden kaçarak Amerika’ya gelen Musevi asıllı Carl Djerassi, sentetik organik kimya konusunda uzmanlaştıktan sonra arkadaşlarıyla birlikte 1949 yılında Meksiko’da Syntex Laboratuvarları’nı kurar. Firma, üreticiler için böcekleri öldürme yöntemi araştırmaları da yapıyordu.

Djerassi hem böcekleri etkili yollarla öldürmenin yöntemini arıyor hem de bu yöntemin çevreye ve insan sağlığına zarar vermemesine çalışıyordu. Tüm diğer firmalar ve bilim insanları ”böcekleri nasıl öldürürüz” sorusuna kilitlenmişken , Djerassi ” öldürme” kavramının tam zıddı olan ”doğum”a konsantre oldu. Böylece, sorulması gereken soruyu ”böceklerin çoğalmasını nasıl engelleyebiliriz”e dönüştürdü.(tersyüz et ve yeniden tanımla). Daha sonra da 1951 de, dişilerde yumurtalıklarda bulunan, üreme organlarına zaten hamileymiş mesajı veren ve böylece yumurtlamayı engelleyen progestron hormonunu kullanıp sentezleyerek (Birleştir) yeni bir hormon geliştirdi. Böceklere uygulanan bu hormondan başarılı sonuçlar alındı, ticari kullanıma başlandı. İlk ticari lansmanı 1957’de yapılan günümüzde ki doğum kontrol hapları bu uygulamalardan elde edilen sonuçların başka bir alanda, yani insanlar üzerinde de geliştirilmesi ve insan bünyesine uygun hale getirilmesiyle oluşturulmuştur. (başka yerde kullan )


Bir Beyin Fırtınası Toplantısı Nasıl Yapılmalıdır?

1- Toplantının başında ele alınacak problemi, geliştirilecek ürünü çok iyi tanımlayın, hakkında ayrıntılı bilgi verin ve elementlerini / parçalarını sıralayın. Gerekirse bu amaçla toplantının başında konunun uzmanı veya yöneticisi olan biri tarafından gruba bilgi verilmesini sağlayın. Ancak yukarıda da anlatıldığı gibi, beyin fırtınası (BF) fikir sürecinin fikir üretim kısımlarında katılımcıların uzmanın varlığından etkilenmelerine izin vermeyin. Varlığının fikir çıkartma aşamasında serbestiyi azaltacağı endişeniz varsa, uzman veya yönetici gruba bilgi verdikten sonra odadan da ayrılabilir.

2-Olabildiğince fazla sayıda fikir üretin. İlk aşamalarda fikirlerin mantıklı, uygulanabilir veya kaliteli olmamasının hiçbir zararı yoktur, bu endişeyi taşımadan sayıyı artırın. Fikirler ne kadar serbestçe oluşturulabilirse BF’dan o derece iyi düzeyde sonuç alınabilir. Bazen oluşturulacak fikir sayısı için bir alt sınır rakamı belirliyoruz. (kalitesi düşük bile olsa yeni fikir tetikliyor)

3-Belirtilen kavramlardan veya fikirlerden yola çıkarak yeni fikir ve kavramların ortaya atılmasına olanak tanıyın. BF uygulanmasındaki asıl amaç farklı katılımcılardan gelen farklı fikirlerin uyarması, hatırlatması, harekete geçirmesi ile yeni ve daha yaratıcı fikirler oluşturmaktır.

4-Fikirlerin ortaya atılma aşamasında yargılanmasına ve değerlendirilmesine izin vermeyin. Bu bizce en önemli BF kuralıdır. Kitabımızın başında yer alan ”Beynin Algılama ve Düşünme Sistemi Bölümü’nde aktardığımız üzere her beyin kendi düşünme sistemi dışında üretilmiş yaratıcı fikri eleştirme, hatta öldürme tutumuna girer. Ayrıca, binlerce yaratıcı fikir geliştirme çalışmasına girmiş kişiler olarak mahzuru olmayan yaratıcı fikir de görmedik. Yani, her yaratıcı fikir ortaya çıkarılamıyor ve/veya yeni fikirleri tetikleyemiyor. İnsanın bebekliğinde bir sürü yetersizliği, kusuru vardır. Ama bu onun elenmesini gerektirmez. Tersine evrensel mekanizma Melek yatırımcılık veya Girişim Sermayesi ile onu korur ve eksiklerini gideren bir süreçle geliştirir. Aynı süreci yeni, hatta bazen aykırı fikirleri korumakta da uygulamalıyız. Geliştirilen fikirlerde mahzurlar giderilemezse BF toplantısı sonrasındaki değerlendirme aşamalarında zaten elenebilirler, yani yüksek bir riske girmiyorsunuz.

5- Kişilerin ortaya atılan fikirleri sahiplenmelerine ve daha sonraki süreçlerde tercih etmelerine olanak tanımayın. Grup üyeleri değerlendirme ve seçim aşamalarında ortaya atılan fikirlere tamamen objektif yaklaşabilmeli, kendi ortaya attıkları fikirlere takılmadan diğer katılımcıların ortaya attığı fikirleri de geliştirebilmelidir. Yani, kişilerin egolarının ve kendilerini ispatlama gayretlerinin kendi ortaya attığı fikirlere yapışması engellenmelidir. Bunu engellemenin basit iki yolu; BF oturum liderinin bu endişeyi oturumun başında açıkça ifade etmesi, fikri geliştirene bir ödüllendirme varsa tüm ekibin bu ödülden yararlandırılmasıdır. Ülkemizde konulara genellikle kişisel ve duygusal boyuta yaklaşım yaygın olduğundan, bu kural ülkemizdeki BF oturumlarında mutlaka uygulanmalıdır.

6- Oturumlarda katılımcılara zihinlerinde farklı çağrışımlar yaratabilecek görsel uyarılar sunun. Bu yöntem verimi çok artırıyor. Görsel uyarıları arttırdığınızda çok daha fazla ve kaliteli fikrin doğduğunu göreceksiniz.

7- Beyinlerin, grup çalışmasını takip eden bir iki gündeki üretiminden de yararlanın. Grup çalışması bittikten sonraki günlerde katılımcıların akıllarına gelen yeni fikirleri kaydetmelerini , oluşan bu fikirleri geribildirim olarak vermeleri faydalıdır. Bu ise bazen BF uygulamakta ustalaşmış grupların bile yararlanmayı ihmal ettikleri ek bir kaynaktır. Halbuki Yaratıcı  Sürecin  Evreleri bölümünde de bahsedildiği üzere, birçok iyi fikir kişilerin zihnine işten (veya BF oturumundan) sonra gevşedikleri, konu ile ilgisiz aktiviteler yaptıkları veya uyudukları zamanlarda gelir. Akıllara sonradan gelen bu fikirleri değerlendirmelerinize mutlaka ekleyin.


Poşet Çay Nasıl İcat Edildi?

New Yorklu çay ve kahve tüccarı Thomas Sullivan 1904 yılında, ithal ettiği çayları restoranlara daha iyi tanıtabilmek için onları küçük ipek kumaşlar içerisinde poşetlerle müşterililerine numune olarak gönderir. İpek kumaş içerisinde göndererek kendi çay markasına ilgilerini çekmeye çalışmaktadır. Amacı numunelerin ipeğinden etkilenen müşterilerin çayları sipariş etmeleridir. Bu istediği de gerçekleşir. Ancak, nedeni başkadır. Restoranlar Sullivan’ın amacını kestiremez, hatta bazıları bunun ipek bir kumaş olduğunu bile anlamaz ve bu poşetleri yanlışlıkla doğrudan çaydanlığın içerisine koyarlar. Artık çaydanlık temizlemekle fazla uğraşmaları gerekmediğini gördükleri için de poşetli çay hoşlarına gider. Restoranlardan Sullivan’a sipariş yağar. İpek içerikli pahalı olduğundan Sullivan yeni siparişlerde artık tül kumaş kullanır. Böylece ilk poşet çaylar doğmuş olur. Daha sonraları İngiliz Tetley firması bu uygulamayı daha ticari bir ürün haline getirmiş ve 1953’ten itibaren bugün kullandığımız poşet çaylara benzer poşetlerde çaylarını pazarlamaya başlamıştır.


Yaratıcı Düşünmenin 27.5 Yöntemi

Yayınevi    : Mediacat Kitapları
Yazar          : Yekta Özcan Özözer

 

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

+ 43 = 49